Yasemin Bodur (“Başvurucu”) tarafından gerçekleştirilen 2017/29896 sayılı başvuru kapsamında verilen Anayasa Mahkemesi Kararı 22 Şubat 2019 tarihli ve 30694 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.
Başvurucu, çalıştığı kurumun kamu kurumu niteliğini haiz olduğunu ve kendisinin de kamu personeli olduğunu ileri sürerek ilave tediye alacağının tarafına ödenmesi amacıyla çalıştığı kuruma başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kurum tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından kurum aleyhine dava açılmış olup yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı kurum ise davanın kabulü hükmüne karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf Mahkemesi (BAM), davalı kurumun kamu tüzel kişiliği statüsüne sahip olmaması hasebiyle işbu kurumda çalışanların da kamu işçisi sıfatına sahip olmadığına ve ilave tediye alacağına hak kazanamayacaklarına hükmetmiştir. Nihai kararın tebliğ edilmesinin akabinde başvurucu 06.07.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucu; aynı işyerinde benzer şartlarda çalışan on dört işçi tarafından ilave tediye alacağının ödenmesi talebiyle ayrı ayrı dava açıldığını ve ilk derece mahkemesince işçiler lehine karar verildiğini, davalı kurum tarafından yapılan istinaf başvuruları üzerine dava dosyalarının BAM 5., 6., 7., 8., ve 9. Hukuk Daireleri arasından tevzi edildiğini, diğer dairelere tevzi edilen dosyalar işçi lehine sonuçlanmışken istinaf incelemesini yapan 7. Hukuk Dairesinin davayı reddettiğini bildirmiştir. Bununla birlikte başvurucu, benzer uyuşmazlıkların farklı şekilde sonuçlanmasının daha önceden bu uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapan Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılığından kaynaklandığını ileri sürmüştür.
Her ne kadar yargısal kararlardaki değişiklikler, mahkemelerin yaklaşımlarını güncel gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle Anayasa Mahkemesi tarafından olumlu bir olgu olarak değerlendirilmiş ise de; uygulamadaki istikrarı sağlaması beklenen yüksek mahkemeler bünyesinde yer alan dairelerce benzer davalarda tatmin edici gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşılmasının, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine ters düşeceği ve bunun sonucunda bireylerin mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar göreceği Anayasa Mahkemesi’nin kararında belirtilmiştir.
Bahse konu başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından genel ilkeler ve somut olay çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde;
hususları tespit edilmiştir ve açıklanan gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini hükme bağlamıştır.
Bütün bunlara ek olarak, her ne kadar başvurucu tarafından ihlalin tespiti ile tazminata karar verilmesinin yanında yargılamanın yenilenmesi talebinde de bulunulmuş ise de; Anayasa Mahkemesince yapılan ihlal tespitinin derece mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmaması hasebiyle ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığına karar verilmiştir. Nitekim anılan kararda da ifade edildiği üzere, aksi durum, bu yorumlardan birine üstünlük tanınarak taraflardan biri lehine tercihte bulunulması anlamına gelebilecektir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle ortaya çıkan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 7.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin bahse konu kararı uyarınca benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan bu durumun gözden geçirilmesi çerçevesinde Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na bildirimde bulunulması ve aynı yargı koluna dahil mahkemeler arasında mevcut bulunan içtihat farklılıklarının içtihadı birleştirme yoluyla ortadan kaldırılarak yeni ihalelere neden olacak uygulamanın önüne geçilmesi hususları hüküm altına alınmıştır.
Daha detaylı bilgi için kararı buradan inceleyebilirsiniz.
İşbu yazı hakkında ek bilgi gerektiğinde bizlerle irtibata geçmenizi rica ederiz.
NAZALI HUKUK |