KONU: Başvuru, temsil yetkisini haiz olmamasına rağmen yönetim kurulu üyesi olduğu şirketin kamuya olan borçlarından dolayı başvurucunun sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
I. OLAY VE OLGULAR
Gıda ve hayvancılık alanında faaliyet göstermek üzere kurulan T. Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. (“Şirket”)’nin 30/6/2009 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yer alan ilana göre sermayesi 50.000 TL olup bu sermaye her biri 500 TL kıymetinde olmak üzere 100 hisseye ayrılmıştır.
Başvurucu 21/8/2009 tarihinde bir adet hissesini devralmak suretiyle Şirket hissedarı olmuş, Şirket Genel Kurulunun 8/9/2009 tarihli kararı ile Şirketin Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Bu karar da 24/6/2009 tarihinde ticaret siciline tescil edilmiş ve 22/3/2010 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilmiştir. Başvurucunun bu tarihte başlayan Yönetim Kurulu üyeliği 2011 yılına kadar devam etmiştir.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) Bolu İl Müdürlüğü 26/6/2012 tarihinde Bolu Şubesine 2009 yılı Aralık, 2010 yılı Ocak ve Ağustos ayları arası döneme ait 8.841 TL tutarındaki sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borçları için Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla başvurucuya ödeme emri göndermiştir. Aynı ödeme emri Şirket Yönetim Kurulu başkan ve başkan yardımcısı ile diğer Yönetim Kurulu üyesine de gönderilmiştir. Ödeme emri 5/7/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, dava dilekçesinde Şirketin tapu siciline kayıtlı 35.000 TL değerinde bir taşınmazı ve makine parkları ile fabrikasının mevcut olduğunu, bu sebeple borcun Şirketten mal varlığından tahsil edilebileceğini, ödeme emrine konu olan borçtan kendisinin sorumlu olmadığı gerekçesiyle Bolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) 10/7/2012 tarihinde aleyhine icra emrine itiraz davası açmıştır.
Mahkemenin talebi doğrultusunda hazırlanan bilirkişi raporuna göre 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88.maddesine göre borçlu şirkette Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapan başvurucunun sigorta prim borçları ve ferilerinden işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiş; ek olarak, borcun başvurucunun Yönetim Kurulu üyesi olduktan sonrası döneme ait olduğunu ve anılan madde uyarınca Kurumun öncelikle Şirkete takip başlatması gibi bir zorunluluğunun bulunmadığını belirtilmiştir.
II. İNCELEME ve GEREKÇE
A. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu 24/9/2009 tarihli Şirket Yönetim Kurulu kararı ile Şirketin üç yıl süreyle Yönetim Kurulu Başkanı E.S. tarafından her hususta münferiden temsil ve ilzam edilmesine karar verildiğini, bu itibarla kendisinin herhangi bir temsili yetkisi bulunmadığını ifade ederek bu sebeple sigorta prim ve gecikme zammı borçlarından sorumlu tutulamayacağını belirtmiştir. Başvurucu, yerleşik Danıştay ve Yargıtay içtihadına göre bu borçtan müteselsil sorumluluğu olabilmesi için üye olmanın yeterli olmadığını buna ek olarak prim alacağının tahakkuk ettiği ve ödenmesi gereken dönemde temsil ve ilzam yetkisini haiz üst yönetici veya kanuni temsilci olmak gerektiğini vurgulamıştır.
İlaveten prim borcu sebebiyle evine emekli maaşına ve aracına haciz konulduğunu, emekli maaşından kesintiler yapıldığı gerekçesiyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini vurgulamıştır.
B. Değerlendirme (Esas Yönünden)
a. Mülkün Varlığı
Başvurucunun ödemek durumunda olduğu söz konusu paranın başvurucu yönünden Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği kuşkusuzdur.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
Somut olayda başvurucunun yönetim kurulu üyesi olduğu gerekçesiyle şirketin sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borçlarından sorumlu tutulması şeklindeki müdahalenin, mülkiyetin kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
Anayasa’nın 35. maddesine düzenlenen mülkiyet hakkı sınırsız bir hak değildir. Anayasa’ya uygun olarak yani müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek sınırlandırılabilir.
i. Kanunilik
Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunması gereklidir. Sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borçlarının kanuni dayanağı olarak 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi gösterilmiştir. Bunun yanı sıra 6183 sayılı Kanun’un mükerrer 35. maddesinde de bahsedilmiştir.
Yargıtay sigorta borçları sorumluluğunu düzenleyen 5510 sayılı Kanunu daha özel bir düzenleme olduğu gerekçesiyle çatışma halinde bunu uygulamaya karar vermiştir. Buna göre söz konusu kanun hükmünün ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir olduğu dikkate alındığında müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
Kamu yararı kavramı her somut olayında ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Olayda müdahaleyle ulaşılmak istenen amacın kamu alacağının tahsil imkanının artırılması olduğu söylenebilir. Kamu alacağının tahsilinin güvenceye bağlanması ve tahsil imkanının artırılmasında kamu yararı olduğu tartışılmazdır bu gerekçe ile olayımızda meşru amaç da bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
Gerek 506 sayılı mülga Kanun’un 80. maddesi gerekse 1/7/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesi primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Türk sosyal sigortalar sistemi, ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. SGK’nın sosyal sigorta yardımlarını sağlaması da, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/1/2017 tarihli ve E.2014/21-2323, K.2017/152 sayılı kararı). Bu kapsamda prim alacaklarının etkin bir şekilde eksiksiz ve zamanında tahsilinin güvence altına alınabilmesi için tüm yönetim kurulu üyelerinin, imza ve ilzam yetkisi olmasa dahi zamanında ve usulünce tahsil olmayan prim alacakları nedeniyle müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmalarının somut olaydaki uygulanma biçimiyle elverişli ve gerekli olduğu açıktır.
Başvurucunun yerleşik Yargıtay ve Danıştay içtihatlarına göre kurum alacağından sorumlu olabilmesi için sadece Yönetim Kurulu üyesi taşımanın yetersiz olduğunu prim alacağını tahakkuk ettiği ve ödenmesi gereken dönemde temsil ve ilzam yetkisini haiz üst yönetici veya kanuni temsilci olunması gerektiğini belirtmiş ise de bu içtihat 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önceki tarihe ait bir uygulamadır.
Somut olayda Kurum’un şirket Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla, üye olduğu dönemdeki prim borçlarının ödenmesini teminen Kanun’da tanınan müdahale etme ve engelleme imkânı bulunmaktadır. Ayrıca, başvurucu, külli halefiyet prensibi uyarınca takibe konu miktarı ödediği takdirde idarenin yerine geçerek iç ilişkide diğer Şirket hissedarlarının payları nispetinde onlara rücu edebilecektir ve kendi payına tekabül eden kısım için de Şirket tüzel kişiliğine rücu edebilecektir. Nitekim başvurucunun belirttiği gibi şirketin tapu siciline kayıtlı 35.000 TL değerinde taşınmazı ve makine parkları ile fabrikası bulunmaktadır.
Sonuç olarak oyçokluğuyla, başvurucunun Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla şirketin kanuni temsilcisi bulunduğu dönemde Şirkete ait sosyal sigorta prim borçları ile gecikme zamlarının ödenmemiş olması nedeniyle doğan kamu alacağından sorumlu tutulmasının başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği ve bu suretle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmadığı kanaatine varılmış olup; mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
İşbu yazı hakkında ek bilgi gerektiğinde bizlerle irtibata geçmenizi rica ederiz.
NAZALI VERGİ |