Sirküler

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN 29.02.2024 TARİH VE 2020/11509 BAŞVURU SAYILI KARARI

19.07.2024

KONU: Başvuru, emlak vergisi tahakkukuna ve dayanağı olan takdir komisyonu kararına karşı açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiği iddiasına ilişkindir.

 

I. OLAY ÖZETİ

29.07.1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu'nun 12. maddesine göre Türkiye sınırları içinde bulunan arsalar ve araziler, arazi vergisine tabidir. Söz konusu Kanun'un 3. ve 13. maddeleri uyarınca bina ve arazi vergisi; bina ve arazinin maliki, varsa intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa bina veya araziye malik gibi tasarruf edenler tarafından ödenir.

Anılan Kanun'un 21. maddesine göre arazi vergisi, ilgili belediye tarafından dört yılda bir defa olmak üzere takdir işlemlerinin yapıldığı yılı takip eden bütçe yılının ocak ve şubat aylarında vergi değeri esas alınarak yıllık olarak tarh olunur. Bu suretle tarh olunan vergiler, tarh edilen tarihte tahakkuk ettirilmiş sayılır. Yapılan tarh ve tahakkuku takip eden yıllarda vergi değeri üzerinden hesaplanan arazi vergisi, her bütçe yılının başından itibaren o yıl için tahakkuk ettirilmiş sayılır.

1319 sayılı Kanun'un 29. maddesi uyarınca arsa ve arazilerin vergi değeri 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin hükümlerine göre takdir komisyonlarınca belirlenmektedir. Vergi değeri dört yılda bir yeniden takdir edilmekte ve takip eden üç yıl için ise bir önceki yıl vergi değerinin 213 sayılı Kanun hükümleri uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde artırılması suretiyle bulunmaktadır.

Başvurucu; Yalova ili Altınova ilçesi Tavşanlı beldesi Dipgölcük mevkiinde bulunan taşınmazları için 2009 yılı emlak vergisinin 18.519,72 TL olmasına rağmen 2010 yılı emlak vergisinin 148.593,10 TL olarak belirlenmesi üzerine 2010 yılına ait emlak vergisi tarh ve tahakkuk işlemi ile bu işleme dayanak olan Takdir Komisyonu kararının iptali ve 213 sayılı Kanun'un mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafının Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulması talebiyle Bursa 2. Vergi Mahkemesinde E.2010/1454 numaralı davayı açmıştır.

Bursa 2. Vergi Mahkemesi Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi görerek belirtilen hükmün Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali talebiyle, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.

Bursa 2. Vergi Mahkemesi Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru hakkında beş ay içinde karar verilmediği gerekçesiyle Anayasa'nın 152. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca davayı 07.12.2011 tarihli ve E.2010/1454, K.2011/2168 sayılı kararıyla yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırmıştır. Anılan kararla Mahkeme, Takdir Komisyonu kararlarına karşı sadece 213 sayılı Kanun’un mükerrer 49. maddesinde sayılan kişi ve kurumlarca dava açılabileceğinden davanın Komisyon kararının iptali istemine ilişkin kısmını ehliyet yönünden, Komisyon kararına bağlı olan tarh ve tahakkuk işlemine ilişkin kısmını ise hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle esastan reddetmiştir.

Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz incelemesi devam ederken Anayasa Mahkemesi 31.05.2012 tarihli ve E.2011/38, K.2012/89 sayılı kararıyla 213 sayılı Kanun’un mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının üçüncü paragrafının birinci cümlesini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Anılan iptal kararı üzerine başvurucu, temyiz incelemesini sürdüren Danıştay Dokuzuncu Dairesine (Daire) 20.06.2012 tarihinde dilekçe vermiş ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda kararın bozulmasını talep etmiştir.

Daire 05.07.2012 tarihli kararıyla temyiz istemini ayrı bir gerekçe belirtmeksizin reddederek kararı onamıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararını ileri sürerek kararın düzeltilmesini istemiş; diğer yandan karar düzeltme istemi karara bağlanmadan önce anılan iptal kararı 13.10.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bununla birlikte karar düzeltme talebi Dairenin 25.03.2013 tarihli kararıyla ayrı bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiştir.

Nihai karar başvurucuya 20.09.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14.10.2013 tarihinde 2013/7698 sayılı bireysel başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruda Anayasa Mahkemesi 18.02.2016 tarihli kararıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine karar vermiş; kararda yukarıda belirtilen iptal hükmü sonrasında başvurucunun davasının dava ehliyeti yönünden incelenmesine engel bir durum kalmadığı, bu husus karar kesinleşmeden önce temyiz ve karar düzeltme aşamalarında ortaya çıktığından temyiz merciince dikkate alınarak iptal kararı çerçevesinde inceleme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre temyiz merciince söz konusu durumun dikkate alınmaması nedeniyle emlak vergisine ilişkin davasını incelettirme imkânından mahrum kalan başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiği sonucuna varmıştır. Kararda giderim olarak yeniden yargılamaya hükmetmiştir.

Anılan ihlâl kararı üzerine Vergi Mahkemesi yeniden yargılama yapmıştır. Bursa 2. Vergi Mahkemesinin E.2016/760 sayılı dosyasında yapılan yeniden yargılama sonrası verilen 18.05.2016 tarihli hüküm ile bu sefer davanın asgari arsa m² birim değerinin tespitine dair Takdir Komisyonu kararına ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle, Takdir Komisyonunca belirlenen m² birim değerleri uyarınca yapılan dava konusu tahakkuk işlemine ilişkin kısmının ise esastan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bütün bu hususların göz önüne alınması halinde Vergi Usul Kanununun mükerrer 49. maddesi ile arsa ve arazi metrekare birim değerleri yönünden davanın açılması ve devamı özel olarak düzenlendiğinden, maddede kesinleşen değerlerin ilanından bahsedilerek Kanun Koyucu tarafından verginin tahakkuk ettirildiği yılın başından önce vergi değerinin kesinleşmesi sağlanmak istenildiğinden ve belediyelerce kesinleşen bu değerler esas alınarak tarh ve tahakkuk yapıldığından, mükelleflerin takdir komisyonlarınca dört yılda bir belirlenen arsa ve arazi asgari metrekare birim değerlerinin kesinleşmesinden önce idareye yapılan başvuru sonucu verilen cevaptan ya da herhangi bir şekilde öğrenildiği tarihten itibaren 2577 sayılı Kanunun 7. maddesinde yer alan ve 30 gün olan genel dava açma süresi içerisinde söz konusu işlemin iptali istemiyle dava açmaları gerekmekte olup, sözü edilen değerlerin kesinleşmesinden sonra dava açma imkânı bulunmamaktadır.

Emlak vergisi mükellefleri, takdir komisyonlarınca dört yılda bir belirlenen değerlere karşı kesinleştikten sonra veya kesinleşme ile birlikte tarh ve tahakkuktan önceki dönemlerde ya da verginin tarh ve tahakkukundan sonra açtıkları davalarda ilgili takdir komisyonu kararlarının iptalini isteyemeyeceklerdir.

Olayda ise, vergi değerinin kesinleşmesinden sonra asgari arsa metrekare birim değerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararının iptali ile 2010 yılı için tahakkuk ettirilen emlak vergisinin kaldırılması ve ödenen tutarın iadesi istemi ile dava açıldığı görülmüş olup, davanın asgari arsa m² birim değerinin tespitine dair takdir komisyonu kararına ilişkin kısmının, süre aşımı nedeniyle reddi gerekmektedir."

Başvurucunun temyiz talebi Dairenin 03.04.2019 tarihli kararıyla reddedilmiş ve hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 30.01.2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

Başvurucu, nihai kararı 26.02.2020 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 23.03.2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş; başvuru Anayasa Mahkemesinin 2020/11509 sayılı başvuru numarasında kayda alınmıştır.

 

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN DEĞERLENDİRMESİ

Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20.04.2017, § 34).

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 07.11.2013, § 52).

Somut olayda tahakkuk ettirilen emlak vergisinin kaldırılması ve dayanağı arsa m² birim değerinin tespitine ilişkin Takdir Komisyonu kararının iptali talebiyle açılan davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulduğu görülmüştür.

Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlâlini teşkil edecektir.

Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Başvuruya konu davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesine dayandığı görülmüştür. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25.10.2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26.10.2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 09.11.2017, § 52).

Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11.04.2012; E.2013/66, K.2014/19, 29.01.2014; E.2016/16, K.2016/37, 05.05.2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19.12.2013, § 38).

Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26.02.2020,§ 49).

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).

Dava açma süresinin işlemeye başladığı an, mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25.07.2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen idari yargı mercilerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili idari yargı mercilerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20.09.2017, § 46).

Öte yandan mahkemeler, dava açma süresini öngören kanun hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 67).

Başvurucu, 2010 yılı emlak vergisinin kaldırılması ve dayanağı arsa m² birim değerinin tespitine ilişkin Takdir Komisyonu kararına karşı açtığı davada Vergi Mahkemesinin dava açma süresine ilişkin özel kanun hükmü bulunmayan bir konuda öngörülemez bir yorum yaptığını ve davayı süre aşımı gerekçesiyle reddettiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğinden şikâyet etmiştir.

Dava hakkının bağlandığı usul kurallarına uyulmaması nedeniyle uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin idari istikrarın sağlanması amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl üzerinde durulması gereken husus ise müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.

Mahkeme, 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesinde yer alan ve otuz gün olan genel dava açma süresi içinde Takdir Komisyonu kararına dava açılabileceğini vurgulayarak vergi değerinin kesinleşmesinden sonra asgari arsa m2 birim değerinin tespitine ilişkin Takdir Komisyonu kararına karşı açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesine yer vererek davayı reddetmiştir.

Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, mevzuatın yorumlanması ve uygulanması idari yargı mercilerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 06.10.2015, § 49). Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır. Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda idari yargı mercilerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp usule ilişkin uygulamanın başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına etkisini incelemektir.

Anayasa Mahkemesi mahkemeye erişim hakkı yönünden inceleme yaptığı kararlarında, dava açma sürelerini düzenleyen, son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebileceğini, özellikle başvuru mercii ve süresi gösterilmeyen durumlarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerektiğini vurgulamaktadır.

Başvurucu 2010 yılı emlak vergisi matrah tespitine yönelik Komisyon kararına karşı dava açmıştır. Karar tarihi itibarıyla başvurucunun kanun hükmüne göre Komisyon kararına karşı dava açabilecek kişilerden olmadığı gerekçesiyle Mahkeme, davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. 2010 yılı için belirlenen emlak vergisi oranı dayanak alınarak 2011, 2012 ve 2013 yılları matrah oranları da belirlendiğinden başvurucu belirtilen yıllara ilişkin matrah oranlarına da dava açmıştır. Anayasa Mahkemesinin 31.05.2012 tarihli iptal hükmünden önce 2011 yılına ilişkin dava karara bağlandığından Mahkeme başvurucunun Takdir Komisyonu kararına karşı ehliyeti bulunmadığı yönünde karar vermiştir. 2012 ve 2013 yılları açısından ise işin esasına girerek karar vermiştir. Ancak Danıştay 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ilişkin matrah tespitinin dayanağının 2010 yılı matrah tespiti olduğunu, Anayasa Mahkemesinin iptal hükmünün söz konusu yıla ilişkin verilen kararı etkilemeyeceğini belirterek matrahın kesinleşmesi nedeniyle davaları reddetmiştir.

Uyuşmazlığa konu Takdir Komisyonu kararının alındığı ve verginin tahakkuk ettirildiği tarihte yürürlükte bulunan yasal düzenlemeye göre Takdir Komisyonu kararlarına karşı yalnız kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller, ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları on beş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilmektedir. Buna karşılık Anayasa Mahkemesinin Takdir Komisyonu kararına karşı mükelleflerin dava açma hakkına ilişkin olarak 31.05.2012 tarihinde verdiği iptal kararı sonrasında, yapılacak tebligatlar ve dava açma sürelerine ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır.

Yine 213 sayılı Kanun'un 49. maddesi hükmü ile arsa ve arazi m2 birim değerleri yönünden dava açılması özel olarak düzenlenerek arsa ve arazi m2 birim değerlerinin verginin tahakkuk ettirileceği yılın başından önce yargı yolu da dâhil kesinleştirilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim Danıştay da emlak vergisine esas asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerinin tespitine yönelik Takdir Komisyonu kararlarının öğrenilme tarihinden itibaren otuz günlük genel dava açma süresi içinde ve en geç anılan kararın alındığı yılın son gününe kadar dava açabileceğini kabul etmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere, mükellef açısından arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin ilanına veya imza karşılığında tebliğine ilişkin kanuni bir düzenleme bulunmamaktadır.

Somut olayda başvurucunun kendisine tebligat yapılan kişilerden olmadığı açıktır. Mahkeme başvurucunun Takdir Komisyonu kararını gerçekte hangi tarihte öğrendiğine dair bir değerlendirme de yapmamıştır. Mahkeme sonradan ortaya çıkan yasal gelişmelere göre geliştirilen içtihat çerçevesinde dava açma süresi bakımından nihai bir tarih belirlemiş ve her hâlükârda yıl sonundan önce davanın açılmış olması gerektiği kabulüyle başvurucunun davayı açtığı tarihte mevcut olmayan ve değerlendirmesi mümkün olmayan bir duruma göre yorum yapmıştır.

Bu itibarla Mahkemenin dava açma sürelerinin belirlemesine ilişkin olarak başvurucunun davayı açtığı tarihte mevcut olmayan ve değerlendirilmesi mümkün olmayan bir duruma göre yaptığı yorumunun somut olayın özel koşullarında öngörülebilir olmadığı, başvurucunun mahkemeye erişimini aşırı derecede güçleştirerek başvurucuya şahsi olarak ağır ve orantısız bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.

Diğer yandan 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ilişkin davaların da 2010 yılı matrahının kesinleştiği gerekçesiyle reddedildiği görülmekle birlikte 2010 yılı vergilendirme dönemiyle ilgili davada mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğuna ilişkin olarak yukarıda yer verilen tespit ve değerlendirmeler üzerine bu ihlâlin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması gerektiği gözetildiğinde 2010 yılı matrahının kesinleştiğinden söz edilemeyeceği açıktır. Bu itibarla anılan yıllara ilişkin davaların 2010 yılı matrahının kesinleştiği gerekçesiyle reddedilmesinin de başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

II. SONUÇ

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLÂL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlâlinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 2. Vergi Mahkemesine (E.2016/760, K.2016/863; E.2011/1102, K.2012/670; E.2015/269, K.2015/382) ve Bursa 1. Vergi Mahkemesine (E.2015/302, K.2016/476 ) GÖNDERİLMESİNE,

D. 1.165,40 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.965,40 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29.02.2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

İlgili Karar’ın tamamına buradan ulaşabilirsiniz:

 

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2024/07/20240717-5.pdf

 

NAZALI VERGI & HUKUK

info@nazali.com

Yukarıda yer verilen açıklamalarımız, hukuki görüş ve tavsiye niteliğinde olmayıp, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir; bu sebeple belirtilen konularda bir aksiyon almadan önce, bir uzmana danışmanızı tavsiye ederiz. NAZALI’ya işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz