Duyurumuz, 11 Aralık 2018 tarihli, 30622 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 11.7.2018 tarihli 2017/178E. ve 2018/82 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararına ilişkindir. Söz konusu kararda arabuluculuğun dava şartı olması, arabuluculuktaki yargılama giderinin taraflarca karşılanması, işe iade tazminatı ve boşta geçen süreye ilişkin ücretin dava tarihindeki ücret esas alınarak belirlenmesi ve yıllık izin ücreti ile iş sözleşmesinin sona ermesi halinde ortaya çıkan tazminat taleplerinde beş yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin iptali istemi reddedilmiştir.
7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda arabuluculuğun dava şartı olduğunu düzenleyen madde hükümlerinin arabuluculuğa başvuru zorunluluğunun işveren karşısında güçsüz durumda olan işçileri haklarından vazgeçmeye zorlayarak adaletsizliği artıracağı, kuralın işçiyi koruması ve işçi yararına yorum ilkesine ters düştüğü, işçi ve işverenin sosyal-ekonomik yönden eşit olmadığı, işçiyi güvensiz bırakacağı, özetle işçi ile işveren arasındaki eşitsizliği artıracağı gerekçeleri ile başvurucu tarafından iptali istenmiştir. Anayasa Mahkemesi, işçinin işveren karşısında zayıf konumda olduğu kabul etmekte ise de, eşitliğin arabuluculuk kurumunun temel özelliklerinden biri olduğunu ifade etmektedir. İşbu karara göre, iş hukuku alanındaki uyuşmazlıkların olabildiğince hızlı bir şekilde, taraflarca müzakere edilmek suretiyle anlaşma sağlanarak çözümü işçi-işveren ilişkilerinin devamına, verimliliğin artmasına, çalışma barışının korunmasına ve ülke ekonomisinin olumlu yönde etkilenmesine katkı sağlamaktadır. Bu nedenlerle, zayıf konumda olduğu değerlendirilen işçinin baskı altına alınacağı söylenemeyecektir. Ayrıca, tarafların uzun sürecek yargılama süreçleri ile yıpranmasını engelleyebileceği gibi, iş yükünü azaltarak yargı teşkilatının daha etkin ve verimli çalışmasına da hizmet edebilecektir. Dolayısıyla, dava konusu kuralın kamu yararının sağlanması amacına yönelik olduğu ve adalet, hakkaniyet ölçütlerine aykırı bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
İş hukuku alanındaki bazı uyuşmazlıkların dava yoluyla mahkemeler tarafından esas yönünden incelenebilmesinin arabulucuya başvurma koşuluna bağlanması, hak arama hürriyeti ve bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı Anayasa Mahkemesi’nce kabul edilmiştir. Fakat, arabuluculuğa başvuru zorunluluğunun kişilerin hak aramalarını imkansız hale getiren veya aşırı derecede zorlaştıran etkisiz ve sonuçsuz bir sürece neden olmadıkça hak arama hürriyetinin özüne dokunulduğunun söylenemeyeceği görüşündedir. Bunun nedeni olarak, zorunluluğun yalnızca arabuluculuğa başvuru ile sınırlı olup arabuluculuk sürecinin işleyişi ve sonucu üzerinde taraf iradelerinin egemen olması gösterilmiştir. Öte yandan, çözüm süreci ve dava süreçlerinin uzun sürmesi özellikle işçi bakımından ciddi hak kayıplarının doğmasına sebebiyet verdiği bilmekle birlikte, arabuluculuk sürecinin zorunlu haller dahil en fazla dört hafta içinde bitirilebileceği dikkate alındığında arabuluculukla geçecek süreler nedeniyle işçinin hak ve alacaklarının elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaştığı ve hakkın elde edilmesi bakımından geçmesi muhtemel sürenin makul kabul edilemeyecek şekilde uzadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.
7036 sayılı Kanun’un, geçerli bir mazeret göstermeksizin arabuluculuk ilk toplantısına katılmayan tarafın davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderlerinin tamamından sorumlu tutulacağı düzenlemesi, mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu, işçinin aşırı bir dava masrafı ile karşı karşıya kalması ve hakkını aramaktan vazgeçmesine sebebiyet vereceği nedenleriyle iptali istenen hükümlerden olmuştur. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmamak için geçerli bir mazeret göstermemesi durumunda yargılama giderlerinin kendi üzerine bırakılması hükmü de bu nedenlerle iptal edilmek istenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın gerekçesinde bu hususla ilgili olarak; yargılama giderleri ile ilgili kuralın keyfi bir şekilde arabuluculuk sürecini sekteye uğratacak davranışları engellemeyi hedeflediği, mazeret göstererek toplantıya katılmayanların kapsam dışında tutulduğu, iyi niyet ve dürüstlük kuralına aykırı olarak daha kısa ve daha az maliyetli olan arabuluculuk sürecini baştan reddederek uyuşmazlığının çözümünün gecikmesine ve gereksiz giderler yapılmasına neden olan tarafın bu davranışlarına yargılama giderlerinden sorumlu tutulma sonucu bağlanarak arabuluculuk kurumuna işlerlik kazandırılmak istendiği belirtilmektedir. Bu nedenlerle, iptali istenen hükümlerin anayasal ilkelerle uyumlu, amaca ulaşma yönünden gerekli, elverişi ve orantılı düzenlemeler olduğuna ve ölçüsüz bir sınırlama yapan, hak arama hürriyetinin özüne dokunan bir niteliği olmadığına karar verilmiştir.
İptali istenen bir diğer Kanun hükmü, iş ve işçi alacakları dolayısıyla açılacak davaları masraflı ve ek külfet haline getiren bir düzenleme olduğu iddiasıyla arabuluculuk ücretinin yargılama gideri olarak kabul edilmesi hükmüdür. Anayasa Mahkemesi bu iptal istemine karşı, arabuluculuk yöntemi ile yargılama harç ve masraflarına gerek kalmaksızın uyuşmazlığın dava sürecinden daha kısa sürede ve daha az masrafla çözümlenmesinin mümkün olduğunu ve ayrıca arabuluculuk ücretinin tarafların anlaşamaması halinde maktu olarak belirleneceği dikkate alındığında yargılama giderlerinin aşırı ve katlanılamaz derecede masraflı olmadığını ifade ederek iptal istemini reddetmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan hüküm kapsamında, işe iade kararı verilmesi halinde işçiye ödenecek boşta geçen süre ücreti ve işe iade tazminatının “dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak” belirlenmesi de işbu kararın konusunu oluşturmaktadır. İptal isteminin gerekçesi olarak, iş sözleşmesinin feshinin gerçekleştiği tarihteki ücret esas alınarak hesaplama yapılacağı yönündeki yerleşmiş kuralın işçi aleyhine değiştirildiği gösterilmektedir. Anayasa Mahkemesi iptal talebinin reddini, işe iade kararına dayanarak işe başlamak isteyen işçinin işe başlatılmaması durumunda kararda ay esaslı olarak belirtilen alacak ve tazminatın tahsili için ikinci bir dava açılmasının gerekeceği ihtimali doğrultusunda açıklamaktadır. İşçi bakımından mahzurları olan bu durumun önüne geçmek ve tazminatı parasal olarak belirlenmesinin öngörüldüğü, işe başlatmama durumunda parasal olarak belirlenen miktarın tahsili için doğrudan icra takibine geçilmesine olanak tanındığı, yine tazminat, ücret ve diğer hakların dava tarihindeki ücret esas alınarak belirlenmesi kabul edilerek uygulama sorunlarının önüne geçilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
Son olarak değinilecek olan iptali istenen düzenleme, iş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla yıllık izin ücreti ve tazminatların süresinin beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu düzenleyen hükmün “beş yıllık zamanaşımı süresi” kısmıdır. İş hukukuyla ilgili alacaklar yönünden zamanaşımı süresinin kısaltılmasının işçinin korunması ve işçi yararına yorum ilkelerine aykırı olduğu ve işçinin hak arama hürriyetinin ölçüsüz bir şekilde sınırlandırıldığı belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Buna karşı olarak Anayasa Mahkemesi, beş yıllık zamanaşımı süresinin işçinin talepte bulunma ve dava açma hakkını bütünüyle ortadan kaldırmadığını, belirtilen sürenin gerekli hazırlıkların yapılabilmesi için ve dava hakkının kullanılabilmesi bakımından yeterli ve makul bir süre olduğu görüşündedir. Bu nedenle, kuralın hukuk devleti ilkesine ve hak arama hürriyetinin özüne müdahale eden bir yönünün bulunmadığına karar verilmiştir.
Söz konusu karara aşağıdaki link aracılığıyla ulaşabilirsiniz.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/12/20181211-15.pdf
İşbu yazı hakkında ek bilgi gerektiğinde aşağıdaki kişilerle irtibata geçmenizi rica ederiz.
Ersin Nazalı Yönetici Ortak, Avukat, YMM enazali@nazali.av.tr |
Nazif Karataş Direktör, Avukat nkaratas@nazali.av.tr |