Makaleler

KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE KANUNU KAPSAMINDA İYİNİYETLİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN MALINININ MÜSADERESİ

02.03.2018

KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE KANUNU KAPSAMINDA

İYİNİYETLİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN MALINININ MÜSADERESİ

 

Çağla AKAN

Stj. Avukat

           

           

ÖZET

Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca, iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsaderesi yasaktır. Ancak, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar söz konusu olduğunda bahse konu yasağın istisnası olarak iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsaderesi mümkün hale gelebilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Müsadere, Türk Ceza Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Anayasa, İyi Niyetli Üçüncü Kişi.

 

GİRİŞ

Türk Ceza Kanunu’nun 54. ve 55. maddeleriyle 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. ve 16. maddeleri arasında düzenlenmiş bulunan müsadere hükümleri kapsamında, iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsaderesine ilişkin değerlendirmelerimiz, Anayasa ve diğer ilgili mevzuat hükümleri de esas alınmak suretiyle yapılmıştır.

 

I. TANIM

Müsadere, yeni suçların işlenmesini önlemek amacıyla, cezai nitelikteki hukuka aykırı fiillerden kaynaklandığı veya bunların işlenmesiyle ilgili olduğu için suç düşüncesini ve suçun çekiciliğini canlı tutan eşya veya kazanç üzerindeki mülkiyetin sonlandırılması ve bahse konu mülkiyetin Devlete devredilmesini öngören bir güvenlik tedbiridir.. Genel müsadere, bir kimsenin miras veya her ne şekilde olursa olsun elde ettiği tüm mal varlığının bir ceza olarak elinden alınması anlamını taşımaktadır. 1982 Anayasası’na göre, genel müsadere cezası vermek yasaktır. Anayasa Mahkemesinin 1988 yılında vermiş olduğu kararında da görüldüğü üzere; ‘’Bir suçlunun suçu oluşturan eylemi ile hiçbir ilgisi olmayan tüm mamelekinin müsaderesi bugünkü ceza hukukunda haklı görülmemektedir. Failin bütün taşınır ve taşınmaz mallarının müsadere olunmasının Anayasa'nın 38. maddesine aykırı olduğu şüphesizdir. Müsaderenin suç ile ilgili veya varlığı suçu oluşturan şeylere ilişkin olması hali haklı bir durum yaratmaktadır. Ancak suçla hiçbir ilgisi olmayan taşınır, taşınmaz bütün mallarla kişinin haklarına varıncaya kadar bir genel müsadere cezası Anayasa'ya aykırıdır.’’ Modern Ceza Hukuku’nda genel müsadere cezası hukuka aykırı düşmektedir. Bu bağlamda müsaderenin niteliği konusunda doktrindeki tartışmalara son vermek amacıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (“TCK”)’nda “Güvenlik Tedbirleri” başlığı altında düzenlenmiş olan müsaderenin bir güvenlik tedbiri olduğu ilgili maddenin gerekçesinde de belirtilmiştir.

           

II. TÜRK CEZA KANUNU’NDA MÜSADERE

Müsadere güvenlik tedbiri olarak Türk Ceza Kanunu’nun 54. ve 55. maddelerinde düzenlenmiştir. TCK müsadereyi, eşya müsaderesi ve kazanç müsaderesi olmak üzere ayırarak iki farklı tür olarak düzenlemiştir. Bu çalışma daha çok 54. maddede düzenlenen ‘’Eşya Müsaderesi’’ ile ilgilidir. TCK 54/1’e göre, ‘’İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.’’

Eşyanın müsadere edilebilmesi için aranan ilk şart işlenen suçun kasıtlı bir suç olmasıdır, taksirle işlenen suçlarda müsadere uygulanması mümkün değildir. Bir diğer müsadere şartı ise müsadere edilecek eşya ile suç arasında bir ilginin bulunmasıdır. Yani müsadere edilecek eşyanın bir suçun işlenmesinde kullanılması veya suçun işlenmesine tahsis edilmesi veya suçtan meydana gelmesi gerekmektedir. Eşya müsaderesinin son koşulu da eşyanın iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamasıdır. Eşya fail tarafından suç işlenmesinde kullanılsa bile iyiniyetli üçüncü kişiye aitse müsadere edilemez. Burada iyiniyetli üçüncü kişiden kasıt; suçun işlenmesine iştirak etmemiş, suçun işlenmesinden hiçbir şekilde haberdar olmayan kişilerdir. Üçüncü kişi; kendisine ait eşyanın herhangi bir suçun işlenmesinde kullanıldığını biliyorsa iyiniyetli olamayacağı için söz konusu eşya üçüncü kişiye ait olsa dahi müsadere edilir.  Eşyanın iyi niyetli üçüncü kişiye ait olması ise eşyanın iyiniyetli üçüncü kişinin mülkiyetinde olması veya zilyetliğinde olması anlamına gelmektedir.

Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na göre kasıtlı bir suç işlenmemiş olsa bile suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. Madde metninde belirtilen ‘’kamu güvenliği, kamu sağlığı ve genel ahlak bakımından tehlikeli olma’’nın tam olarak objektif bir tanımı olmadığı için uygulamada buna ilişkin sıkıntılar doğmaktadır. Nitekim bu durumlardan herhangi birinin gerçekleştiği varsayıldığında teşebbüs aşamasında kalmış suç veya hiç oluşmamış suç nedeniyle dahi müsadere kararı verilebilecektir. Bu durum ise suçsuz güvenlik tedbiri olmaz ilkesi ile çelişmektedir. Kanaatimizce bu da hukuka aykırı bir durum yaratmaktadır.

Türk Ceza Kanunu 54/3’e göre; ‘’Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.’’

Söz konusu fıkra gereğince Türk Ceza Kanunu müsadere uygulamasında orantılılık ilkesini benimsemiştir. Hakkaniyet ile amaç; müsadere sonucu kişinin yıkımına sebep olmamaktır. Ancak bu hükümle de sadece suçta kullanılan eşya için hakkaniyet ilkesi geçerli olacaktır, diğer durumlar için orantılılık ilkesi uygulanmayacaktır.

Türk Ceza Kanunu 54/4’e göre; ‘’ Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.’’ Bu tür eşyaların müsaderesi için ise suçun işlenmiş olması gerekmediği gibi eşyanın kime ait olduğu da önemli değildir. Her halde müsadereye tabidirler.

           

III. KAÇAKLIKLA MÜCADELE KANUNU’NDA MÜSADERE

5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre özel nitelikte düzenlenmiş bir kanundur. Özel kanunların genel kanunlara göre öncelikle uygulanması kuralı nedeniyle; Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda özel bir hüküm varsa öncelikle bu hükmün uygulanması gerekir. 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda düzenlenmeyen hususlar için genel nitelikte bir kanun olduğu için 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri uygulanacaktır. Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. ve 16. maddeleri arasında özel olarak düzenlenmiş müsadere hükümleri mevcuttur. Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. maddesinde; ‘’ Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.’’ denilmek suretiyle Türk Ceza Kanunu’nun 54. ve 55. maddelerine atıf yapılmıştır. Ancak aynı Kanun’un 16. maddesinin ilk cümlesine göre; ‘’Bu Kanunda tanımlanan suçların konusunu oluşturması dolayısıyla müsadere yaptırımının uygulanabileceği eşya, sahibine iade edilemez.’’ Bu hüküm nedeniyle Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suç teşkil eden fiiller için Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsadere edilemeyeceği hükmü değil söz konusu kanun maddesi öncelikli olarak uygulanacaktır. Dolayısıyla da Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar bakımından eşya, iyiniyetli üçüncü kişinin elinde olsa dahi müsadereye tabidir. Eşyanın sahibinden; eşyanın mülkiyetini elinde bulunduran kişi anlaşılmaktadır.

Güvenlik tedbirleri, işlediği suçtan dolayı kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın, suç işleyen kişi hakkında ya da suçun konusu ile veya suçun işlenmesinde kullanılan araçla ilgili olarak uygulanan, koruma veya iyileştirme amacına yönelik Ceza Hukuku yaptırımıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 5. maddesi gereği, müsadereye ilişkin hükümler, özel kanunlardaki düzenlemeler bakımından da geçerli olacaktır. Bu bağlamda müsadere 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. maddesinde Türk Ceza Kanunu’nun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümlerine atıf yapılmak suretiyle düzenlenmiştir. Dolayısıyla müsaderenin niteliği konusunda Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda da özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak bu husus konusunda doktrinde tartışmalar söz konusudur. Bu durumda müsaderenin cezai müeyyide olduğunu savunanlar; tedbirin ‘’geçici’’ fakat cezanın kalıcı olmasına dayanmaktadır. Ayrıca, Ceza Hukuku’na ait bir müessese olan müsadere her halükârda yargı makamının vereceği bir kararla uygulanabileceğinden cezai müeyyide niteliği daha ön plandadır. Bu görüşü savunanlara göre, tedbirin niteliği itibariyle geçici olmasından hareketle müsaderenin hukuki niteliği tedbir olamaz. Müsadere; daimî olarak eşya mülkiyetinin bireyin elinden alınıp, devlete geçmesi sonucunu doğurur ki, bu hali ile müsadereyi bir tedbir olarak nitelendirmenin mümkün olmadığı savunulmaktadır. Doktrinde yer alan diğer bir görüş ise müsaderenin hukuki niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğu yönündedir. Bu görüşü savunanlara göre, müsaderenin hukuki niteliği ceza olsaydı tüzel kişilerin cezai sorumluluğu olmadığı için, tüzel kişiler hakkında müsadere cezası verilemeyecekti. Ayrıca müsaderenin hukuki niteliği ceza kabul edilirse, sanığın ölümü halinde de müsadere imkânı ortadan kalkacağı için aksi yönde bir görüşün Türk Ceza Kanunu 64/1’de yer alan ‘’ Sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.’’ hükmü ile ters düşeceği savunulmaktadır.

Kanaatimizce bu görüşlerden ilkine katılmak daha doğru olacaktır. Müsadere hükümlerinin Türk Ceza Kanunu’nda güvenlik tedbirleri başlığı altında düzenlenmesi isabetli olmamıştır. Ayrıca maddenin içerdiği hükümlerin, yer aldığı başlık yerine, nitelik değerlendirilmesinde esas alınması daha doğru bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda yer alan müsadere hükümlerinden 16/1 ‘’Bu Kanunda tanımlanan suçların veya kabahatlerin konusunu oluşturması dolayısıyla müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarının uygulanabileceği eşya, sahibine iade edilemez.’’ hükmü müsaderenin geçici bir nitelikte olmadığını, bu Kanun’a göre müsadereye tabi olan bir eşyanın hiçbir şekilde sahibine iade edilemeyeceğini yani müsaderenin ortadan kalkmayacağını ifade etmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen müsaderenin niteliği için güvenlik tedbiri ifadesi doğru kabul edilebilse de Türk Ceza Kanunu’na göre özel nitelikte olan Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu müsadereyi daha ağır ve farklı bir nitelikte düzenlediğinden en azından bu Kanun’da düzenlenen suçlar bakımından uygulanan müsaderenin güvenlik tedbiri değil cezai müeyyide olduğu ve buradan hareketle Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’ndaki müsadere sonucu yalnızca suçlunun değil iyi niyetli üçüncü kişilerin de ilgisi olmadığı halde cezalandırıldığı ve bu durumun hukuka aykırılık teşkil ettiği kanaati oluşacaktır.

Mülkiyet hakkı 1982 Anayasası’nda kişi hak ve ödevleri bölümünde düzenlenmiş anayasal bir haktır. Anayasa’nın 35. maddesine göre: ‘’Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.’’ Mülkiyet hakkının sınırlanması, kamu yararı varlığı halinde ve ancak kanunla mümkündür. Her ne kadar Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu müsadere hükümleri mülkiyet hakkını kanun ile anayasaya uygun sınırlandırmışsa da ‘’kamu yararı’’ şartının kaçakçılıkla ilgili her suç bakımından var sayılması doğru olmayacaktır. Örneğin; otomobil ithalatı sırasında düşük kıymet gösterilerek eksik gümrük vergisi ödenmesi Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamında bir suçtur. Ancak otomobilin daha sonra suçla hiçbir ilgisi olmayan iyi niyetli üçüncü kişiler tarafından bedeli ödenerek satın alınması durumunda, kişilerin yasal yollarla kazanmış oldukları mülkiyet hakları, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca ihlal edilmiş ve kişiler hiç işlemedikleri bir suç nedeniyle cezalandırılmış olacaklardır.

Modern Ceza Hukuku’nun en önemli ilkelerinden biri de suçların ve cezaların şahsiliği ilkesidir. Bu ilke gereğince kişi ancak kendi işlediği suçtan sorumlu tutulabilir. Nitekim Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde; ‘’Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.’’ denilmek suretiyle bu ilke Türk Ceza Hukuku’nda da benimsenmiştir Dolayısıyla da işlemedikleri bir suç nedeniyle kişilere ceza verilemez. Bu husus aynı zamanda suç ve cezaların kanuniliği ilkesinden de destek görmektedir. Başkasının işlediği bir suç sonucu suç ile ilgisi olmayan iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsadere edilerek elinden alınması, işlemediği bir suç için iyi niyetli üçüncü kişinin cezalandırılması sonucunu doğuracaktır. Ve bu durum suç ve cezaların şahsiliği ilkesi ile de bağdaşmayacak hukuka aykırı bir sonuç doğuracaktır.

           

IV. KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE KANUNU KAPSAMINDA MALI MÜSADERE EDİLEN İYİ NİYETLİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN DURUMU

Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar sonucunda malı müsadereye tabi tutulan ve elinden alınan, suçla ilgisi bulunmayan iyi niyetli üçüncü kişinin bu durumda mağdur olduğu ve suçtan zarar gördüğü tartışmasız kabul edilebilecek bir husustur. Suç işlememiş, suçun işlenmesine iştirak etmemiş veya suçtan haberi dahi olmayan iyi niyetli üçüncü kişinin bu mağduriyeti nasıl giderilecektir? Talihsizlik sonucu, üzerine düşen araştırmayı yaptığı halde Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesindeki suçlar kapsamında ülkeye getirilmiş ancak ülkede yasal olarak gerekli sicillere kayıtlı, bir malı satın aldığında müsadereyle malının elinden alınması sonucunda iyi niyetli üçüncü kişi de başkasının işlediği suç nedeniyle cezalandırılmış olmaktadır. Buna rağmen bu kimselerin zararlarının nasıl karşılanacağı konusunda kanunda bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasa’nın 125. maddesine göre; ‘’İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür’.’ İdare gereği gibi araştırma yapmadan ithalata izin verdiğiyse; iyi niyetli 3. kişinin ilgisi olmadığı bir suçtan dolayı mağdur edilmemesi için zararını tazmin etmelidir. Bu hususla ilgili Danıştay 15. Dairesinin bir kararı mevcuttur[1];

           

SONUÇ

Türk Ceza Kanunu’na göre iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsaderesi yasaktır. Ancak bu hükmün istisnası olarak, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar söz konusu ise iyi niyetli üçüncü kişinin malının müsaderesi mümkündür. Yine de iyi niyetli üçüncü kişi suçtan zarar gören olarak ve idarenin gereği gibi hizmet tesis etmemesinden dolayı malı müsadere edilmişse zararının tazminini idareden isteyebilecektir. İdare de Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca ve hakkaniyet ilkesi gereğince iyi niyetli üçüncü kişinin bu zararını karşılamak zorunda kalacaktır.

 


[1] “…Anayasanın 125. maddesinde; İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu ve idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. İdarece hizmetin işleyiş ve yerine getirilmesi sırasında gerekli önlemlerin alınmaması, hizmetin iyi işlememesi, kusurlu işlemesi gibi sebeplerle kişilere verilen zararlar idare tarafından tazmin edilmek durumundadır. Hizmetin iyi işlememesi sonucu kişilerin zarara uğramaları halinde, doğan zararların idare tarafından karşılanması gerekmektedir. Ayrıca, hizmeti yürüten personelin görevi sırasında yaptığı eylem ve işlemlere dair kişisel kusurunun hizmet kusuru oluşturacağı ve idarenin de bu zararın tazminiyle sorumlu tutulacağı, İdare Hukuku’nun bilinen ilkelerindendir. Hizmet kusuru, kamu hizmetinin organizasyonu ve işleyişinden kaynaklanır. Kamu hizmeti eksik veya kötü yürütülmekteyse veya bu faaliyet hizmet gerekleriyle bağdaştırılamayacak nitelikteyse, idarenin hizmeti kusurlu yürüttüğünün kabulü zorunludur. Ancak idarenin işlem ve eylemleri dolayısıyla hizmet kusuru işlediğini söyleyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gerekmektedir.

4458 Sayılı Gümrük Kanunu’nun  23. maddesinde, eşyanın gümrük kıymetinin, Gümrük Tarifesinin ve eşya ticaretine dair belirli konularda getirilen tarife dışı düzenlemelerin uygulanması amacıyla bu bölümde yer alan hükümler çerçevesinde belirlenen kıymet olduğu belirtilmiş; 24. maddesinin 1. fıkrasında, ithal eşyasının gümrük kıymetinin eşyanın satış bedeli, satış bedelinin ise, Türkiye'ye ihraç amacıyla yapılan satışta 27 ve 28. maddelere göre gerekli düzeltmelerin de yapıldığı fiilen ödenen veya ödenecek fiyat olduğu öngörülerek, eşyanın satış bedelinin gümrük kıymetine esas alınabilmesi için gerekli koşullara yer verilmiş; 24. maddenin 3. fıkrasının (a) bendinde ise, fiilen ödenen veya ödenecek fiyatın, ithal eşyası için alıcının, satıcı veya satıcı yararına yaptığı veya yapması gereken ödemelerin toplamı olarak tanımlanmış, ödemelerin para transferi şeklinde olabileceği gibi, akreditif veya ciro edilebilir bir kıymetli evrak kullanılarak ya da doğrudan veya dolaylı da yapılabileceği kurala bağlanmıştır.

Öte yandan, sözü edilen Kanunun 26. maddesinde ise, 24 ve 25. madde hükümlerine göre belirlenemeyen ithal eşyasının gümrük kıymetinin, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasının VII. Maddesinin Uygulanmasına Dair Anlaşmanın, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasının (GATT) VII. maddesinin ve bu bölüm hükümlerinin prensip ve genel hükümlerine uygun yöntemlerle ve Türkiye'de mevcut veriler esas alınarak belirleneceği öngörülmüş; GATT'nın VII. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Anlaşmanın 17. maddesinde de, bu Anlaşmada yer alan hiçbir hükmün, gümrük idaresinin, gümrük kıymetinin belirlenmesi ile ilgili olarak ibraz edilen tutanak, belge veya beyannamenin gerçeklik veya doğruluğunu araştırma hakkını sınırlamayacağı ve bu hakkı tartışma konusu haline getirecek şekilde yorumlanamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Bu düzenlemelerden, gümrük idaresinin, beyanın doğruluğunu tespit amacıyla, her zaman, her türlü bilgi ve belgeyi inceleyerek değerlendirme hak ve yetkisine sahip bulunduğu anlaşılmaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinde; ... Otomotiv Gıda ve Dış Tic. Ltd. Şti. Tarafından 19.08.2010 tarihinde .. serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile Almanya'dan ithali gerçekleştirilen iki adet BMW X6 aracın beyan edilen değerinin 84.000,00 EURO karşılığı 162,027,60-TL olduğu, her iki aracın bu değer üzerinden gümrük işlemlerinden sonra yurtiçinde tescil işlemlerinin yapıldığı, T.C. Devlet Bakanlığı' nın ... onayı ile davalı idareye gönderilen yazıda, Türkiye'de yerleşik bazı firmaların yurtdışından düşük kıymetli otomobil ithal ettikleri yönündeki iddiaların incelenip soruşturulmasının istendiği, bu yazı üzerine gümrük idaresinin Yeşilköy Otomotiv İhtisas Gümrük Müdürlüğü'nden gerçekleştirilen ithalatlarla ilgili tespit ve değerlendirmeler yapıldığı, yapılan soruşturmada, Almanya yetkili makamlarından temin edilen fatura ile gümrük idaresine beyanname ekinde sunulan fatura arasında değer farkı olduğu başka bir ifade ile iki aracın fabrika çıkış faturasının 117.000 Euro olmasına rağmen beyannamenin yukarda belirtildiği gibi 84.000,00 Euro olarak verildiğinin tespit edildiği, bunun üzerine İstanbul Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü tarafından ithalatçı şirket yetkilisinin 23.06.2014 tarihinde ifadesinin alınarak, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığından araçlara el konulması istenildiği, savcılığın el koyma ve tedbir kararından sonra ... plakalı araca 30.03.2015 tarihinde kolluk tarafından el konulduğu ve Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2014/748 E. sayılı dosyasında verilen karar ile davacının yed-i emininde olduğu ve davacının mülkiyet hakkının kısıtlanması sebebiyle zarara uğranıldığı iddiası ile bakılan davanın açıldığı görülmüştür.

Bu durumda, davalı idarenin, ithalatçı şirketin verdiği ithal beyanının doğruluğunu tespit etmek amacıyla, her zaman, her türlü bilgi ve belgeyi inceleyerek değerlendirme hak ve yetkisine sahip olduğu halde ve aynı tip araçların önceden de ithalinin yapıldığının bilinmesine rağmen, davaya konu aracın ithal beyannamesi verilirken gerçek değerinin beyan edilen değerden düşük olduğunu bilerek buna göre işlem tesis etmesi gerekir iken, ithal işlemleri bittikten sonra, bakanlık emri ile harekete geçerek, aracın yurt dışı fatura bedelini tespit edip buna göre işlemler tesis ettikten sonra ithal araca el konularak davacının mülkiyet hakkının kısıtlanmasına neden olduğu, ithal işlemlerinin kusurlu olarak işletilmiş olması sebebiyle davacının uğramış olduğu zararın tazmini gerekeceğinden aksi yöndeki mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır…”